Nasr Suresi

“Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.İzâ câe nasrullâhi ve’l-fethu. Ve raeyte’n-nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ. Fe sebbih bi-hamdi Rabbike vestağfirhu innehû kâne tevvâbâ.”

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile. Allah’ın (vaad eylediği) yardımı geldiği ve zafer kazanıldığı (Mekke’nin fethi ile İslâm’a fütûhat kapılarının açıldığı); ve insanların fevç fevç, küme küme Allah’ın dînine girdiklerini gördüğün zaman artık Rabb’ini överek şanını yücelt ve Allah’tan mağfiret iste. Çünkü O, tövbe ile kendisine dönenleri kabul eder.”

Müslümanlar ilk devirlerinde hem az, hem fakir idiler. Düşmanların sayıları, kuvvet ve kudretleri ise onlarla ölçülemeyecek kadar çoktu. Bundan ötürü her vakit düşmanların maddî ve manevî ezici tazyiklerine uğruyorlar ve bu yüzden kalpleri hep üzüntü ve sıkıntı içinde geçiyordu.

Bir taraftan mü’minlerin bu hâli, diğer ta-raftan güneş gibi parlayan bu açık hakikatı görmeyerek Kureyş’in kendisini yalanlaması Peygamberimize de iç sıkıntısı veriyordu. Peygamber de mü’minler de öyle istiyorlar ki: Hak bâtıla tam bir galebe çalsın. Peygamberin güttüğü dava, Allah’ın yardımıyla bir an evvel kesin bir zaferle neticelensin. Allah’ın vaad buyurduğu bu zafer geçtikçe kalplerindeki sıkıntı, üzüntü ziyadeleşiyordu. Mutlak kemâl, yalnız Allah’a mahsus olduğundan vaad olunan bu zaferin ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyorlardı. Efendimiz, bu zaferin er geç tahakkuk edeceğini biliyordu amma, onun bir an evvel tahakkukunu da istediğinden, bunun gecikmesi yüzünden kalbine gelen şeyleri Allah’a karşı bir günah gibi görür ve ondan Allah’a istiğfar ederdi. İşte bu sûre bütün bunlara cevap olmak üzere indirilmiş ve Peygambere de şöyle müjde verilmiştir:“Yâ Muhammed! Bir gün, seni Peygamber ve elçi gönderen, senin yegâne Mâbud’un olan Allah’ın tam yardımı gelecek ve Allah seni düşman üzerine üstün kılacak, Mekke fetholunacak: Mekke’nin fethi ile kalpler İslâm’a ve İslâm kapısı da bütün insanlara açılarak[2] İslâm Dîni intişar edecek ve insanlar küme küme, alay alay İslâm Dîni’ne girecek ve sen bu üç büyük muvaffakiyeti göreceksin. İşte sen, Allah’ın sana vaad eylediği bu yardım ve fütûhatı ve insanların böyle fevç fevç Allah dînine girmeye başladıklarını gördüğün vakit, artık sana bu büyük nîmetler veren Rabb’inin büyük lütuf ve ihsanına mazhar olduğundan dolayı O’na lâyık her türlü saygı ve tâzimat ile hamdet; O’nu öğerek şanına yaraşmayan, eksikliği andıran her türlü şeylerden O’nu tenzih ve takdise daha ziyade devam et! Ve önce hatırınıza gelen sıkıntılardan dolayı da gerek kendin ve gerek ümmetin için Allah’tan mağfiret dile. Bütün kalb temizliğiyle Allâh’a dön. Zira Cenâb-ı Hak, tertemiz kendisine dönenleri affeder.”

Bu sûre, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in nihayet böyle mansur ve muzaffer olarak kendisine fütûhat kapıları açıldığı ve halkın alay alay, akın akın Allah dînine girmeye başladıklarını gördüğü ve bu suretle din tekâmül edip de dünya kendisine teveccüh eylediği zaman bu muvaffakiyetlerden, bu büyük zaferden dolayı Allah’a şükrederek dünyayı ümmetine bırakıp bütün temizliğiyle Allah’a dönmeyi istemesine de işaret ediyordu. Onun için Mekke’nin fethinden sonra insanların bölük bölük İslâm Dîni’ne girdiğini ve Haccetü’l-Vedâ’da da yüz binden ziyade müslümanın Arafat dağında toplandığını gördükten sonra Cenâb-ı Peygamber Mevlâsına kavuşmasının yaklaştığını söylemişti. Çünkü bu sûre onu haber veriyordu.

Bu sûreden şunu da anlıyoruz: İnsan hayatta elde ettiği başarılardan, kazandığı zaferlerden dolayı daima Allah’a şükretmeli; onları Allah’ın bir lütfu sayarak hiç şımarmamalı ve Allah’ı unutmamalıdır. Allah’ı unutarak bütün başarıyı kendisine mal etmek, İlâhî kudretle beşerî aczi bilmemekten ileri gelir ki büyük bir gaflettir.

 Bu sûrenin Hayber’in fethinden sonra ve Mekke’nin fethinden evvel nazil olduğunu söyleyenler çoktur.